Bu yazı Green’O Fit iş birliği ile, otoimmün hastalıklar ve vücuttaki oksijen oranı üzerine, Fzt. Ost. Ali KARABULUT tarafından merak edilenlere cevap vermek mahiyetinde hazırlanmıştır.
Otoimmün Hastalıklar
Son yıllarda otoimmün hastalıklar oran olarak ciddi bir artış göstermektedir. Konuştuğumuz her iki-üç kişiden birisi bir şekilde ya semptom gösteriyor ya da hastalığa sahip olmuş oluyor. Bu hastalıkların bazıları ise şunlardır;
- Yorgunluk
- Kas ağrısı
- Tip I Diyabet.
- Düşük vücut ısısı
- Dikkat dağınıklığı
- Otoimmün Vaskülit
- İnflamatuar Bağırsak Hastalığı
- Ellerde ve ayaklarda uyuşma ve karıncalanma
Bu durumun yaşanmasında tabii ki birçok sebep bulunmaktadır. Ancak ben size en çok tetikleyici olduğunu tespit edebildiğim iki sebebi açıklamaya gayret edeceğiz.
Önümüzdeki yıllar, oksidatif stres kelimesini daha sık duyacağımız yıllar olacak gibi görünüyor. Bu sebeple konu üzerinden durup, yapılması gerekenleri düşünmeliyiz. Daha sonrasında ise, problemin ne olduğuna ve neler yapılması gerektiğine dikkat kesilmeliyiz.
Konuyla ilgili olarak, değinilmesi gereken bir kaç konuyu, sizler için mercek altına almak istedik.
Oksidatif Stres Nedir?
Bu soruya karşı kısa ve öz olarak, “antioksidan savunma sisteminin, serbest radikallerin etkisini tamamen önleyememesi durumunda devreye giren sistemdir.” cevabı verilebilir.
Aynı demirin paslanması gibi insanların vücutları da artık paslanmaya başladı. Bu paslanma, hücrelerin oksidasyonu yani oksijen oranlarındaki azalma nedeni ile gerçekleşmektedir.
Vücut paslanmaya başladıkça, birçok otoimmün hastalıklar için zemin hazırlamış oluyor. Dolayısı ile vücudun paslanmasını önleyip, özellikle oksijen bakımından güçlü hale getirmek gerekmektedir.
Dokuları oksijenlendirmenin iki basit yöntemi vardır. Bunlar; düzenli egzersiz ve dengeli beslenme. Ne yazık ki, tüm dünya olarak az hareket edip, önümüze sunulan her yemeği yeme kültürüne sahip hale geldik. Hal böyle olunca, vücudumuzu da belli düzensizliklere kapı aralar duruma getirmiş oluyoruz.
Kaslarımızdaki Oksijen Oranı
Bağırsakta sindirilemeyen besinler, bir süre sonra metabolik atık olarak vücutta birikmektedir. Bu sayede vücut içerisinde çürüme ve paslanma süreçleri başlamış oluyor. Sadece bağırsaklarımız değil, eklemler ve kas gruplarımız da maalesef bu durumdan nasibini almaktadır.
Tüm bunların yaşanmasından sonra ise, çok zaman geçmeden romatizmal hastalıklar görülmeye başlanıyor. Sadece romatizmal mi? Tabii ki hayır! Antioksidan, savunma sistemi zaafiyeti neticesinde gelişen bir durum olduğu için aynı zamanda bağışıklık sistemi ile ilgili bir çok hastalığın üzerinde de önemli rol oynamaktadır.
Konunun aslında çok uzun ve detaylı bir şekilde ele alınması gerektiğini belirtmek isterim. Ancak kısaca ele alacak olursak, şu sonucu çıkarmamız faydalı ve yeterli olacaktır.
Ömrümüzü sağlıklı sürdürüp, ölüm anına kadar sağlıklı kalmak istiyorsak, vücudumuzda gelişen paslanma sürecini azaltmalı ve kaslarımıza bol oksijen göndermeliyiz.
Özetle bunu yapabilmenin en kolay yolu ise, düzenli egzersiz yapmak ve dengeli beslenme alışkanlığından geçmektedir. Aksi halde gelişebilecek oto-immün hastalıklara zemin hazırlamış ve yaşlılığımızda ağrılı ve mutsuz günleri kendi ellerimiz ile hazırlamış oluruz.
Aynı zamanda konuyu destekler nitelikte olan, “Bağırsak ve Beyin” temalı içeriğimizi de okuyabilirsiniz. 🙂 Tüm herkese sağlıklı günler dileriz. 🙂